Bana göre, mutlu bir hayatım olsun diyor ve mutluluğu evinizin, ailenizin ve özellikle çocuğunuzun ayrılmaz bir parçası haline getirmek istiyorsanız birşeyler yaparken karşılık beklemeyin...
Kızıma da bazı konuşmalarımızda vermenin ve paylaşmanın önemini vurgularken, her ne kadar şu yaşta anlayamayacağı için “Veren el, alan elden üstündür” diye bir cümle kuramasam da, özellikle verme ve paylaşma düşüncesine alıştırmaya çalışıyorum.
Geçenlerde okuduğum kısa bir yazı bir kere daha beni bu düşüncelere sevketti...
****
Bir adam Peygamber ile cennet ve cehennem hakkında konuşuyormuş. Peygamber adama "gel" demiş, "Sana cehennemi göstereyim".
Birlikte bir odaya girmişler, bir grup insan büyük bir tencere yemeğin çevresinde oturuyormuş. Insanların hepsi de aç ve çaresizmiş. Her birinin elinde bir kaşık varmış ama kaşıkların sapı o kadar uzunmuş ki, kaşığı yemekle doldursalar bile, bir türlü ağızlarına götüremiyorlarmış. Çektikleri ızdırap dayanılmazmış.
"Gel" demiş Peygamber bir süre sonra, "Seni şimdi de cennete götüreyim." Bir başka odaya girmişler. Bu oda da diğerine benziyormuş; Ortada bir tencere yemek, insanlar, ve aynı uzun saplı kaşıklar. Fakat herkes mutlu ve tokmuş.
"Anlayamadım" demiş adam, "Her şey birbirinin aynı, ama öteki odadaki insanlar mutsuzken, bu odadakiler çok mutlu!".
Peygamber gülümsemiş "Çok basit" demiş. "Bu odadakiler birbirlerini beslemeyi öğrendiler."
İnsan bu devirde çocuğunu nasıl yetiştireceğini şaşırır gerçekten.Dengeyi kaçırmamak çok önemli .Aslında veren el,alan elden üstün ama kıymet bilecekler mi korkusu var!
YanıtlaSilAhh, daha ne korkular var bizde:)
SilDerviş kaşıkları olarak bilir ve severim bu hikayeyi: Bir gün, ermişlerden birine sormuşlar:
YanıtlaSil"Sevginin sözünü edenler ile sevgiyi gerçekten yaşayanlar arasında ne fark vardır?"
"Bakın, göstereyim" demiş ermiş.
Bir sofra hazırlamış.
Sevgiyi dilinden düşürmeyen, ama dilden gönüle de indirmeyen kişileri çağırmış bu sofraya. Hepsi yerlerine oturmuşlar.
Derken, tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da "derviş kaşığı" denilen bir metre boyunda kaşıklar.
Ermiş:
"Bu kaşıkların sapının ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir şart da koşmuş. "Öyle kaşığın çukur kısmına yakın yerden tutmak yok!"
"Peki" demişler ve çorbayı içmeye girişmişler.
Fakat o da ne?
Kaşıklar uzun geldiğinden, sofradaki hiç kimse bir türlü döküp saçmadan götüremiyormuş çorbayı ağzına. En sonunda, bakmışlar bu iş olmuyor, vazgeçmişler çorbadan.
Öylece, aç aç kalkmışlar sofradan.
Onlar sofradan kalktıktan sonra, ermiş:
"Şimdi de sevgiyi gerçekten bilip yaşayanları çağıralım yemeğe" demiş.
Yüzleri aydınlık, gözleri sevgiyle gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya.
Ermiş:
"Buyrun bakalım" deyince de, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp karşısındaki ihvanına uzatıp içmişler çorbalarını.
Böylece her biri diğerini doyurmuş ve kendisi de doymuş olarak şükür içinde kalkmış sofradan.
"İşte" demiş ermiş. "Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır.
Ve kim ki, kardeşini düşünür de doyurursa, o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz...
Bu arada son yazımı seveceğinizi düşünüyorum:
http://oncekadinsonraanne.blogspot.com/2012/10/bana-sukretmeyi-hatrlatp-icimi.html
Aslında ben de bu versiyonunu biliyorum ama daha sonradan cennet ve cehennemli olanını görünce, o daha çok hoşuma gitti...
Sil