“Hocam siz bize kitap okuyun, kendinizi yetiştirin diyorsunuz. Anne babasının elinde kitap görmeyen çocuklara ders çalışma alışkanlığı kazandırmakta zorlanıyoruz diyorsunuz. Söylediklerinizde haklısınız. Ancak benim merak ettiğim başka bir şey var. Bizim anne babalarımız okuma yazma bilmiyordu. Evlerimiz de kütüphane de yoktu. Onlar bizi nasıl terbiye etti?”
Sorular, düşünen insanın zihnine atılan oltalar gibidir. Özellikle de zor sorular, çok daha ufuk açıcı olur. Konferanslarıma yeni başladığım yıllarda, bana sorulmuş en önemli sorulardan birisi yukarıda yazdığım soruydu. Nerde kim tarafından sorulduğunu hatırlamasam da, o soruya bulduğum cevap bana çok güzel ufuklar açtı.
Eskiden çocuk eğitimi kitapları mı vardı? Eskiden çocuk eğitimi ile ilgili konferanslar mı vardı? Eskiden aile danışmanları mı vardı? Eskiden çocuk psikologları mı vardı? Buna rağmen, eskiden çocukları nasıl terbiye ediyordular. Kaybolduğundan hepimizin muzdarip olduğu ahlaki değerleri yeni nesillere nasıl aktarıyordular?
Bu soruların cevabını, hem yapılan araştırmalardan istifade ederek, hem de sizleri çocukluğunuza götürerek vereceğim.
“Aranızda beş taş oynamayı bilen var mı?” sorusunu, Türkiye’nin her köşesinde sordum. Elaziğ’da, Antalya’da, Sinop’ta, Edirne’de, Şanlıurfa’da… Her sorduğum salonda tatlı bir tebessüm gözlemledim. Çocukluğunda kardeşleriyle, akrabalarıyla, arkadaşlarıyla halının üzerinde oynadığı oyunları hatırlıyor insanlar. Benim çocukluğum Almanya’da geçtiği halde, bizde çocukken beş taş oynardık kardeşlerimle. Bazen annem de dahil olurdu oyunlarımıza.
Oyunun adı önemli değil. Oyunlarla çocuğun zihinsel gelişimini sağlamak, bugünün modern eğitim sistemlerinde, en çok üzerinde durulan ve çalışılan konularından birisidir. Bilinçli bir eğitim sonucunda olmasa bile, eskiden evde aile muhabbetleri, kardeş ilişkileri bu oyunlarla sağlanırmış. Bu oyunları çocuklarına öğreten anne babalar, oyunların çocuk gelişiminde ki etkisini bilmeseler de, mutlaka öğretirmiş.
Çocuk oyunu deyip geçmeyin. Bu oyunun içinde muhabbet, rekabet, kazanma, kaybetme, tartışma, yenilgiyi kabullenme, kazanmak için daha dikkatli olma gibi beceriler kazandırılıyordu çocuklara. Dikkat edin, bu anneler, çocuk gelişimi, ana okulu öğretmenliği mezunu falan değildiler.
En önemlisi, aile içi muhabbetler, genelde bu oyunlar çerçevesinde gerçekleşirdi. Kavga etmeye başladıklarında araya giren anne babalar, bazen çocuklarıyla beraber oyunlar oynar, onlara hayata dair hatıra ve tecrübelerini anlatırdılar.
Muhabbet, Arapça kökenli bir kelimdir. Habib, habîbî gibi kelimelerde aynı kökten türetilmiştir. Habib, sevgili demektir. Muhabbet etmek, birbirini seven insanların birbirleriyle sohbet ederek vakit geçirmesi demektir. Sahabe kelimesinin, sohbet eden insanlar anlamına geldiğini de hatırlatmak isterim.
Aile içi muhabbetlerin içini, sonu ahlaki değerlerle biten hikayelerin süslediğini, bu hikaye ve tecrübelerin çocukların hayat yolculuğunu aydınlatan bir ışık olduğunu unutmamak gerekiyor.
Eski aile yapısı içerisinde, tarladan yorgun dönen baba, evde akşama kadar hazırlık yapan anne modeli vardı. Bugün aile hayatı değişime uğramış olabilir. Ancak değişmeyen tek şey, ailenin akşam bir araya geldiğidir.
Muhabbetin ödülü ve bedeli…
Kaybolan muhabbetin bedelinin ne kadar ağır olduğunu, muhabbet ortamını yeniden inşa etmenin aileye, çocuğa ve topluma ne kadar faydalı olacağını bir kez daha görmüş olduk.
Bugün belki beş taş oynamayı çocuklarınıza sevdiremeyebilirsiniz. Ancak önemli olan oyunun kendisi değil, işlevidir. Bilgisayar çağında beş oynamayı sevmez çocuklar. Bilgisayar oyunu da olsa, çocuğunuzla birlikte oynayın. Akşam yemeği kadar kısa bir süre de olsa, onlarla muhabbet edin.
Muhabbeti kaybetmek, bazen, çocuğu kaybetmek anlamına gelebilir.
Sevdiklerini muhabbetle kucaklamanız temennisiyle…
Sait Çamlıca
Eğitimci-Yazar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder